İYİSİ Mİ SEN DOĞAÇLAMA ( @isimdusunuyorum & @cafadam )
Günlerden ne gündü hatırlamıyorum ama sonbaharda olduğumuza eminim çünkü yerdeki yaprakları tekmeliyordum.Yerdeki yaprakları daha rahat tekmeyelebilmek için o gün dışarı paletlerimle çıkmıştım.Çünkü ayakkabıyla yaprak tekmelemek çok saçma olurdu.O paletleri bana doğum günümde sen almıştın sen işte bu kadar geri zekalısın insan doğum gününde palet mi hediye eder be arkadaş.Ayağımdaki paletler hediye olmasa bir dakika düşünmez inşaata gider satardım ama hediye olduğu için satamıyordum. Neyse yürümeye başladım nereye niye yürüdüğümü bilmiyordum ama sanırım senden kaçıyordum bence diğer insanların dünyaya gelme amacı senden kaçmak çünkü. Hızla uzaklaştım, çok fazla yürümüş olacağım ki nerede olduğumu kestiremiyordum. Etrafımda sık çalılar ve büyük ormanlık ağaçlar vardı. Aslında kendime dokundum hala sıcaktım çok fazla uzaklaşmış olamazdım ama bu çalılar ve ormanlık alan bana çok yabancı geliyordu. Evet doğru tahmindi, sanırım bilinçaltım getirmişti. Burası benim daha bebekken kundaklandığım ama sonra tazzikli suyla söndürüldüğüm yerdi.İşte tam burada küllerimden doğmuştum ben mangal mıydım acaba ben etrafta piknik alanı gibi ha mangal mıyım lan ben yoksa? İçimdeki mangal mıyım sorusu beni yakıyor, yüreğimi kor ateşe çeviriyordu. Bütün bu belirtiler mangal olduğumu kanıtlar cinstendi.Ama gene de emin olamadım belki de nargile közüydüm kafamdaki bu soruların cevabını bulmak için ormanın derinliklerine daldım.
Ormanda beni mirketler karşıladı, sanırım bu ormanda hiç bakkal yoktu ormanın her tarafını mirketler sarmıştı. Süpermirketler. O an bi mirketle göz göze geldim diğer mirketle kol kola geldim bi başkasıyla el ele tutuşmuşum mirketler tarafından sarılmıştım resmen. Ve mirketlerle birlikte halaya başladık, halayı bitirip amcaya geçicektik ama benim gitmem lazım diyip ayrıldım.Çözmem gereken şeyler vardı aklım amcada kalmış olmasına rağmen ilerlemeye devam ettim sonra döndüm tekrar amcaya yöneldim sonra kıbleye yöneldim iki rekat namaz kıldım. Namazdan sonra tekrar amcaya yöneldim.Tam ona aklımdaki soruyu soracaktım ki birden arkasında iki katı bir adam belirdi.Sanırım bu babaydı.Babayı aldım evet yanlış okumadınız babayı aldım ve yoluma devam ettim yalnız başına çekilcek bi yol değildi çünkü bu.Eve gidiş yolunu birlikte aramaya başladık.Karşımıza çıkan ana konda yanımdaki babayı tavlamış ve onunla kalmaya ikna etmişti.Yine yalnızdım yalnızlıkla başa çıkamıyordum hazır ormandayken iyi çocuk olursam belki şirinleri görürüm bi hallerini hatırlarını sorarım dedim. Komunizmin iyice çökmesinden sonra şirinler evsiz kalmış şirin baba karı satmaya başlamış ve tek sermayesi de şirine olmuştu.Duruma Üzüldüm. Duruma üzülmüş olmama rağmen bi posta da şirineye ben kaydım ve bir sepet dağ çileği ile ödememi şirin babaya yaptım ve oradan ayrıldım. Abdestsiz dolaşmamın başıma belalar açacağından habersiz devam ettiğim yolumda etrafımı böcekler sarmıştı.Birileri konuşmalarımı dinliyordu. Etrafımı saran böceklerden kurtulmak için adımlarımı hızlandırdım bu sefer de hatıralar sardı dört bir yanımı. Hatıralarımın beni takip etmeyi bırakması için block unblock yaptım.Birden karşıma Tsubasa ve Misaki çıktı. Allah'ım ne saçma ormandı bu. Tsubasaya ara pası attım ve Misakiye dönüp misaki milli sınırlarımız ne zaman çizildi dedim.Cevap vermedi. Nerden geliyorsunuz dedim kerhaneden dedi tsubasa, misaki milli oldu dedi. Misaki milliyi duyunca gözüm Çerkez Ethemi aradı. Gözüm çerkez ethemi aradı ama ethem gözümü meşgule aldı sonra gözüme ödemeli attı ama ameliyatlı yerime geldi.Ameliyatlı yerime geldi biz kaçalım dedim, sabahtan beri ameliyatlı Yerimeyi bekliyordum çünkü, asıl adı Kerimeydi ama kimlikte Yerime yazıyordu.Yerime oturmuşsun kalk dedim kalk gidiyoruz dedim nereye dedi kafamdaki sorulara cevap bulmaya dedim. Yerime bu böyle olmaz bu şekilde bulamayız dedi, yardım isteyelim deyip Rasim Ozan Kütahyalıyı çağırdı. Soruların cevapları bu adamdaydı.Rasim ozan kütahyalı dedi rasim ozanın nereli olduğundan bana ne yerime dedim ve onu oracıkta tekmeleyip yalnız yürümeye devam ettim. Ordan gidiyor olmama rağmen sinirim geçmemişti ve Yerime tekmelemesi için 2 maymun tuttum. Abi tutarsan nasıl tekmelicez bıraksana dediler.Vallahi bırakmam bi çayımı için dedim maymunlara ve ilerde evrile evrile benim gibi olcaksınız hiç evrilmeyin maymunluğunuzu bilin dedim.Çayın yanında tam tahıllı ekmek yiyorduk ki kapı çaldı, içeriye evril leviyn girdi ve benden mi bahsediyorsunuz bakayim :))) dedi.Hah evril gel otur sana soracaklarım var dedim buyur abi dedi abi deme lazım olur dedim anlamadım dedi anlatırlar yavrum dedim çirkinleştim. Asi rockçı kız Evril ile henüz evrilmemiş maymunları bir odada bırakıp dünyaya aids virüsü Yaymaya karar vermiştim ki Arı maya yapma dedi.Göle arı maya çalıyordu göl hiç maya tutar mı dedim siktir git lan dedi haklıydı gitmeliydim daha fazla zaman kaybedemezdim. Yeterince zaman kaybetmiştim ve sonrasında hiçbirini bulamamıştım.Artık iş gereğinden fazla saçma ve içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Koşmaya başladım ne olduğumu bulmam lazımdı bu ormanın sonunda olmalıydı cevap koşturup durdum hem koşup hem nasıl duruyordum acaba. Koşarken düşeyazdım ve yazdığım kağıdı bir ağacın dalına taktım. Ve o an karşıma tüm bu olaylara neden olan benim sabah kaçtığım kişi çıktı.Karşıma çıkan kişi yine bendim anladım ki kendimden kaçıyordum bunca zaman kendimi bi kenara bırakıp koşmaya devam ettim ve sona ulaştım. Kendimi bir kenara bırakıp yeni benliğimi ararken bir bar taburesi üstüne oturdum. Arif'in Manchestıra gol attığı yaştaydım.Yaşa oturmayim hasta olurum dedim ve ormanın sonuna devam ettim sonunda koca bi boşluk vardı anladım ki ben bir hiçtim.
SON
29.10.2013
LEŞ OSMANLI MİZAHI
Bir önceki hayatımda Osmanlı Devletinde Sultan Süleyman'ın Sadrazamıydım. Osmanlı ilime olduğu kadar musikiye de oldukça meraklıydı.Yavuz Sultan Süleyman çok güzel gitar çalardı.Sırf bu yüzden haremi Osmanlı sarayına değil de sahile kurdurmuştu.Seferden döndüğü gecelerde sahilde ateş yaktırır haremine gitar çalardı.Babasının bu hikayeleriyle büyüyen Süleyman kanun çalmaya karar verir.Doğuştan müzik kulağı ve yeteneği olan Süleyman 15 yaşına gelmeden ilk kanun albümünü çıkarır.Tüm dünyada milyonlar satan bu albüm Süleyman'a Muhteşem Kanuni lakaplarının takılmasını sağlayacaktır.
Sultan Süleyman tahta çıkınca, tüm Osmanlı hanedanı kandırıldık amına koyim diyerek ülkedeki bütün marangozları öldürdü.Daha sonra uzak diyarlardan birinde Gepetto adında birini bulup Sultan Süleyman'ı nasıl gerçek insana döndürebileceklerini sordular. Gepetto onlara yardım etti ve Süleyman canlandı.
Sultan Süleyman beni çok severdi.Bu yüzden yüzünün çeşitli yerlerine kalemle ben çizdirmiştir.Şaka şaka.Sadrazam olan beni çok severdi.Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Bir gün yine birlikte ava çıktığımız sırada aramızda şöyle bir dialog geçti.
-Padişahım tam çaprazımızda bir kız var kız sizi kesiyor ama şimdi bakmayın
+Valla mı lan :D:D:D:D
-Evet ama artık bakmıyor, hatta yerinden kalktı gidiyor.
+ :((((
Çoğu avdan elimiz boş döner, haremdekilerle idare ederdi.Ama yine de bu onu üzmez daha da hırslandırırdı.
DEVAM EDECEK...
Şehir Hikayeleri 3
Seneler seneler önce küçük kırsal bir yerleşim yeri varmış.Bu bölgede yaşayan erkekler kızlara nasıl asılacağını, nasıl iş atacağını bilmezlermiş.Sonra bir gün bu köye çevre illerden birinden; yakışıklı, çapkın bir adam gelmiş.Böyle bir sorunları olduğunu öğrenmiş ve bölgedeki erkeklere yardım etmek istemiş.
İlk iş olarak erkeklere kirli sakallarını kesip sadece ve sadece bıyık bırakmalarını söylemiş.Bıyıkları bırakıp gelin, uzasınlar sonra derse devam ederiz demiş.
İki ay sonra tüm erkekler bıyıkları uzamış bir şekilde bu adamın yanına gelip evet şimdi napıyoruz demişler.Adam anlatmış, karşıdan bir kız geçtiğini gördüğünde eğer beğenirsen kızı, elini bıyıklarına at bur dur bur dur, kadın onunla ilgilendiğini hemen anlayacaktır demiş.
Bu köy halkı adamın dediklerini harfiyen uygulamış, garip bir şekilde işe yaramış adamın dedikleri.Tüm bekar erkekler kendine birer eş bulmuş evlemişler, çoluk çocuk sahibi olmuşlar.
Yoğun nüfus artışından dolayı devlet bu bölgeyi şehir yapmaya karar vermiş ve Burdur ismini vermiş.
Şehir Hikayeleri -2
Yıllar yıllar evvel, Karadenizin küçük bir şehrinde mutlu insanlar yaşarmış.Bu insanlar bazı zamanlarda agresif ama genelde mutlularmış.Geçimlerini ağıl hayvancılığı yaparak ve ormancılıkla sağlarlarmış.Ağıl hayvancılığı çok kazandırmıyormuş ama orman alım-satım işinde iyi para varmış.
Bu şehrin önemli insanlarından birinin Songül isminde güzel mi güzel bir kızı varmış.Songül şehrin adeta iyilik perisi, herkese yardım edeni, herkesi mutlu edeni, büyük küçük demeden herkesi çok seveniymiş.
Günlerden bir gün Songül çok hastalanmış.Yataklara düşmüş.Tüm şehir merak edip yanına koşmuş.Babasının göstermediği doktor, okutup üfletmediği hoca kalmamış.Ama kimse ne olduğunu bulamıyor, bu güzel kızı ölüme terkediyormuş.
Herkes bu kızdan tam ümidi kestiği sırada, bir gece Songül hasta yatağında yatarken, bahçelerindeki kümeste bulunan güzel mi güzel bir ördek bunun yanına gelip ağlamaya başlamış.Daha fazla dayanamayıp Songül'ü dudaklarından başlamak üzere french kiss edasıyla gagalayıvermiş.Ördek yakışıklı bir prense dönüşmüş,bu hastalığı yeşil yol filmindeki gibi kendi içine almış.Songül hemen iyileşmiş.
40 gün 40 gece düğün yapmışlar.41.gün damat hadi amk zaten hastayım gireceksek girelim şu gerdeğe ben bunun hayalini kuruyorum 1 aydır demiş.Bu mucize çiftin hikayesi ilerleyen yıllarda şehrin efsanesi olmuş mezarlarını ziyarete gelen turistler mezarlarının yanına Songül&Duck yazıyor bu ikisi için dua ediyorlarmış.
Yıllar yılı bu kelime değişme uğramış ve bu şehrin adı böylece Zonguldak olmuş.
Şehir Hikayeleri
ŞEHİR EFSANELERİ
Vakti zamanında küçük sevimli bir şehir varmış.Bu şehirde bir nehir varmış.Bu nehirin adı doğrucu nehirmiş.Bu nehire gün doğmadan girip yıkanan insanların nehirden çıktıktan sonra bir daha asla yalan söylemediğine inanılırmış.
Şehirdeki neredeyse tüm insanlar,bu nehire girmiş.Artık tüm şehir insanlarına dürüst ve doğrucu olarak bakılıyormuş.Kimse kimsenin yalan söylemediğine eminmiş.Herkes rahatça birbirinden alışveriş yapıyor, borç alıp veriyormuş.
Bu şehir bir sene son 100 yılın en sıcak yaz mevsimi yaşanmış.Güneş öyle korkutucu ve kavurucuymuş ki Nehir suyunu bile kurutmuş.Nehrin suyunun kuruduğunu gören insanlar, bir şüpheye düşmüş.Bu şehire yeni gelen insanlar, komşu şehirlerden alışverişe gelen insanlar huzursuz olmuş.Hayat normal akışına devam ediyormuş ama güven azalmış, herkesin aklında bir şüphe kalmış.
Bir gün bu şehirde yaşayan bölgenin en zengin Karadenizli tüccarının aklına bir fikir gelmiş.Geceyarısı dükkanının önüne kocaman bir tanker koydurmuş.Bu tankerin içini suyla doldurmuş.Sabah olduğu zaman herkes merakla bu dükkanın önüne gelmiş.Ne olduğuna anlam verememişler.Karadenizli tüccar çıkmış, Karadeniz aksanıyla "haçan bu suyu, nehir suyu kurumadan dolduridum, madem benumle aluşveruş yapmak isteysun, önce bu suya giresun" demiş.Halk önce gülmüş, sonra mantıklı bulmuş, sonuçta bu tüccar haklı olabilirmiş ve şehirde başka nehir suyu olan kimse yokmuş.Herkes bu sudan birer bardak da olsa satın almış..Herkes bu sudan şehre yeni gelen insanlara, yeni müşterilere içirmiş, yıkamış.
Şehre yeniden dürüstlük gelmiş,doğruluk gelmiş.Şehre isim verilme zamanı geldiğinde, bu şehre yeniden dürüstlük getiren tüccarın sözlerinden esinlenilmiş.Madem benumle aluşveruş yapmak isiysun, önce bu suya GİRESUN.
HAYVANLAR BANA HI BİLE DEMEDİ
Tam olarak kaç saat baygın kaldığımı bilmiyorum ama gözümü açtığımda ağaçlardan gökyüzünü göremiyordum.Çok sık ağaç vardı, muhtemelen balta girmemiş bir ormandaydım.Tehlikeli, soğuk ve gürültülüydü.Bu kadar gürültü nerden geliyor emin değildim.Daha da önemli soru ; Benim burda ne işim var ? 'dı.
Ormanda ilk gözüme çarpanlar ağacın üstündeki yılanlar oldu, bir yılan ailesiydi sanırım bu gördüğüm, en önde ana konda, arkadalarında da çocuk kondalar yiyecek için etrafa bakınıyorlardı.Tam da ümidi kestikleri anda yerde bir fare gördüler, sağ tuşu çalışmıyordu ama yine de iş görürdü.Tek lokmada midesine indirdi fareyi ana konda.Sonra yollarına devam ettiler.İyi bana saldırmazlar diye biraz olsun rahatladım.Meraklı gözlerle etrafı süzüyordum ama içimdeki korku da tarif edilemezdi.
Yarım saat kadar yürüdüm, sonra bir nehir kenarına geldim.Nehirin üzerine nilüferler vardı ve hepsi bir ağızdan şarkı söylüyorlardı ama Kayahan'ın yasakladığı şarkılardan söylememeye ayrıca dikkat ediyorlardı.Bu nilüferlerin yakınlarında kurbağalar konuşlanmıştı.Hepsi birden gırtlaklarını şişirip şişirip duruyordu.Sanırım guatr olmuşlardı, neyse geçmiş olsun..Bir yandan meraklı gözlerle etrafı süzerken bir yandan da bulunduğum bu saçma ormandan kurtulmaya çalışmaktaydım.Nehrin az ilerisinde aslanlar vardı.Hepsi uzun otların içine yatmış, benden saklanmaya çalışıyorlardı.Ama unuttukları bir şey vardı, aslan yattığı yerden belli olurdu ve ben de aslanları bulunduğum yerden görebiliyordum.Bana saldırmalarına fırsat vermeden yolumu değiştirdim.Döner dönmez büyük bir kalabalık dikkatimi çekmişti. Mirketlerin yaşam alanına geldiğimi gördüm, bu sevimli hayvanlar cana yakın ve zararsızdı.İyice yaklaştığım zaman bu kalabalığın neden orada olduğunu anladım.Büyük bir süpermirket açılışı vardı, tüm mirketler bedava ürün alabilmek için orada toplanmıştı.Sevimli hayvanlar ama çok bedavacı bu mirketler.
Ormandaki ağaçların sıklığı yavaş yavaş azalıyordu.Sanırım ormandan kurtuluyorum dedim kendi kendime.Ağaçların azaldığı yönde yürümeye devam ettim.Orda karşıma iki adet şempanze çıktı, benimle konuşmaya çalışıyor gibilerdi."Hayırdır nerden geliyorsunuz böyle?" dedim, verdikleri cevap evrim düşmanlarını kızdıracak nitelikteydi; Sessizce "maymundan geliyoruz" dediler, iyi dedim ben de.Nasıl kalabalık mıydı dedim ama o konuya girmediler.Teşekkür edip uzaklaştılar.Ben biraz daha ilerledikçe orman yerini binalara bıraktı, bir şehire girmiştim.
Ben neredeydim?Buraya nasıl gelmiştim ? Eğer kabussa bir an önce uyanmalıydım.
DEVAM EDECEK... ETMEYEDEBİLİR...
(TO BE OR NOT TO BE CONTINUED)
16.05.2013
06:55 .Maltepe
FOK BALIKLARI DA SEVER
Bıktım artık otuzbir çekmekten dedi genç fok balığı..En son ilişkisinin üzerinden tam 2 sene geçmişti, 2 senedir yalnızdı.Onu karaya vururken gören belgesel ekipleri üzülüyor ve intihar ettiğini düşünüyorlardı.Oysa o karaya vura vura kendini tatmin ediyordu.Karıya vuramıyoruz bari karaya vuralım amına koyim diye iç çekiyordu her seferinde...
Onu bu kadar yalnızlığa sürükleyen neydi ? Cimri oluşu mu, düşüncesiz oluşu mu, Ümit Yesin'e olan benzerliği mi ? ( Ümit Yesin'i tanımayanlar için aşağıda Ümit Yesin fotoğrafı mevcuttur ) En son ilişkisi rüya gibiydi oysa... En sevdiği aktivite sevgilisi ile sahilde gezmek, sevişmek ve balık yemekti.Yaptıkları başka aktivite de yoktu zaten... O kadar çok aşıktı ki genç fokbalığı sevdiği kadın için 100 kilo vermişti.Tüm yıldönümlerinde ona süpriz yapıp balık hediye ediyordu.Sevgilisi bu duruma içerliyor, bıktım hep aynı hediyeden diyor ama yine de kabul edip tek lokmada midesine indiriyordu.
Hayatının aşkının ellerinden kayıp gitmesinin üzerinden tam 2 sene geçmişti. Belki yeni birileriyle tanışırım da aşk acımı unuturum diye Antalyada bir aquaparka gitti. Dolanırken havuz başında aşık olduğu kadını gördü.Saksafon çalıyordu.Mecaz anlamda kullanmadım hemen çirkinleşmeyin, gerçek manada saksafon çalıyordu.Çaldığı her şarkı sonunda eğitmeninden bir balık hediye alıyordu.Saksafon çalması bitince verilen deniz topuyla basket atmaya çalışıyordu ve izleyenler tarafından alkış alıyordu.Bu onu tam bir şaklaban gibi gösteriyordu, utanıyordu ama yapmaya devam ediyordu.Basket atsa da atmasa da emeğinin karşılığı olan balığı alıyor ve izleyenlere selam veriyordu.
Gözyaşlarını silip "orospu" dedi kısık sesle genç fok balığı.Gözyaşlarını silse de hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ediyordu, gözünden bile sakındığı, uğruna en yakın iki fokbalığı arkadaşıyla kavga ettiği, hayatının aşkı iki balık karşılığında insanları eğlendiriyor, kendini elletiyordu .Ona ne kadar kızgın olsa da, öfkesi ona olan aşkını dindirmiyordu, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu fok balığı.Aşk acısını dindirsin diye hemen alkol almak istedi, ceplerine baktı 5 kuruş parası yoktu.Hemen aklına kürkü geldi, değerliydi, belki insanlar kürkü karşılığında ona para verir, genç fokbalığı da o paranın hepsiyle alkol alabilirdi.Gitti buldu birilerini, anlattı isteğini, gülümseyerek karşılık verdi bu duruma iki kötü adam.Hemen yakalayıp bağladılar.Durun dedi, vazgeçtim, istemiyorum kalsın kürküm dedi.İş işten geçmişti, çoktan onu boş bir ambara götürdüler.Belki kürkümü alırlar beni bırakırlar diye geçirdi içinden genç fokbalığı .Derken kapı açıldı, bu iki adam elinde sopalarla görüldü ve genç fokbalığına doğru yaklaştılar.Bu genç fokbalığının gördüğü son şey oldu...
Yine ibret verici bir hikaye ile karşınızda oldum.Bu hikayeden çıkarılacak iki tane ders var arkadaşlar.Birincisi Gidenlerin arkasından koşulmaz.Birisi gitmeye karar verirse ne kadar koşarsanız koşun ona engel olamazsınız.Bir bakmışsınız ki size kalan hızla çarpan bir kalp, terlemiş bir vücut, ve akan gözyaşı...İkinci ve daha önemli olan bir ders ise kürk için fokbalıklarını öldürmeyin, orospu çocukluğu yapmayın.
Bu da yazının şarkısı
07.05.2013
06:09 Maltepe
NELER YAPILABİLİR BİR BORNOZ KUŞAĞIYLA ?
NELER YAPILABİLİR BİR BORNOZ KUŞAĞIYLA ?
OLTA ÖRNEĞİN İNTİHAR MESELA...
Küçüklüğümden beri televizyon izlemeyi sevmem.Küçükken de sevmezdim şimdi de sevmiyorum.Daha ziyade kendi kendime oyunlar icat etmeyi, vakit öldürmeyi, yeni şeyler keşfetmeyi çok sevdim.Yağmurlu bir sonbahar akşamıydı.5 yaşımı doldurup 6 yaşıma girmiştim.Odam salonun tam karşısındaydı.Salonumuz büyüktü.
Evde tüm ailem oturmakta televizyon izlemekte ben ise odama gelip icatlar çıkarma peşindeydim.Derken yerimden kalkıp odama geçtim.Salonda annem, ağabeyim, ablam ve o akşamlığına biz de olan, daha sonra hayatım boyunca ona bir can borçlu olacağım, kuzenim vardı.Pür dikkat televizyon izliyordu herkes, odamın salona bakan bölümünde bir koltuk vardı onda da kuzenim oturuyordu. Yani salonla olan iletişimim kuzenim aracılığıyla sağlanıyordu.Ne yaptığımı bir tek o görüyordu, ama onun da televizyon izlemekten bana bakmaya fırsatı olmuyordu.Odama gelip bir müddet bakındım.Uğraşacak bir şeyler aradım, daha önce oynadığım hiçbir şey beni yeterince mutlu etmeyecekti.Anlayacağınız küçükken tek günlük ilişkiler peşinde koşan bir çocuktum.
Odamın kapısını kapatırken kapının arkasına asılı duran bornozum ve onun belindeki kuşağı dikkatimi çekti.Her zaman kullandığım eşyalardı lakin sadece kurulanma amacı güdüyordum o akşama kadar.O akşam olacaklara bir bornozun sebep olacağını kim bilebilirdi ki ? Sandalye yanaştırdım, çıktım sandalyeye bornozu aldım.Bornozla oyun oynamak çok saçma geldi, çok da sıcaklamıştım. Üstümden bornozu çıkartarak belindeki kuşağı söktüm.Bornoz bana pek keyif vermemişti ama kuşakla eğlenebileceğimi düşündüm.Bir zafer kazanmış edasıyla bornozun kuşağını tek elimle havaya doğru kaldırıp ışığa tuttum.
İlk olarak ip atlamayı denedim.Öncelik ip atlamaydı, çünkü bu kuşak objesel bazda en çok daha önce atladığım iplere benziyordu.Bir iki deneme sonrası ( düşüp kolumu bacağımı acıtmam ) kuşağın bu oyun için kısa olduğuna, başka bir hizmet için onu kullanmam gerektiğine karar verdim.İp atlama oyununda vazgeçtim.
İkinci olarak yatağın üzerine doğru çıkıp, balık tutmak suretiyle olta gibi sallayıp savurup yere uzattım.Arkadaşlar 6 yaşıma yeni basmıştım ve hayal gücüm çok genişti, bana gerizekalı diyip durmayın, amacım normal bir balık tutmak değildi.Tam olarak hatırlamıyorum ama bi 10 dakika aralıksız kuşağı yere sarkıtarak denizkızı bekledim. Denizkızlarına ayrı bir ilgi alanım olduğunu kafamda onlara dair soru işaretleri olduğunu daha önceki yazılarımdan birinde belirtmiştim.Baktım denizkızlarının geleceği yok, hemen o oyundan da vazgeçtim. Denizkızlarının nasıl kaka yaptığını öğrenmem yine başka bahara kalmıştı...
Son olarak o vahim olayın gerçekleşeceği üçüncü duruma geldik.Bilen bilir eski evlerde artistlik dolaplar yoktu, insanlar ayrıyeten dolap almamak adına dolaplarını duvarlarının içine gömdürürdü, ona da gömme dolap denirdi.Az önce hayatımda ilk defa ayrıyeten kelimesini cümle içinde yazdım, bu duruma da değinmeden geçemedim.Biraz bilmişlik biraz da merakın verdiği yetkiyle kendimi asmaya karar verdim.
Gömme dolap yatağımın biraz üstündeydi ama yatağa sandalye taşıyarak ona ulaşabilirdim.O döneme yetiştiniz mi bilmem, her çocuğun bir plastik sandalyesi olurdu.Erkeklere mavi, kızlara kırmızı sandalyeler alınır çocuklar orda otururdu.Benim emektar mavi sandalyemi aldım yatağın üstüne çıkardım.Onun üstüne de ben çıktım, elime bornozumun kuşağını alıp gömme dolabın kulpundan geçirdim, kuşağın diğer kısmını da idam ipi şeklinde yuvarlak olarak hazırladım.Evet arkadaşlar değişik bir çocukluğum vardı.15 dakika önce denizkızı bekleyen gerizekalı çocuk, 15 dakika sonra idam ipi hazırlayabiliyordu.Ya televizyondan görmüştüm ya gazetelerden tam bilmiyorum ama hemencecik hazırlayıvermiştim, idam ipim hazırdı.Sandalyenin üstündeyim, sandalye de yatağın üstünde, dolabın önündeyim elimde de idam ipi var.Üstelik o ip bornoz kuşağından.Saçmalığın daniskası bir durum.O ana kadar kuzenim bana bir kere bile bakmamıştı ya da bakmıştı da anlam verememişti.Derken heycanın dozunu daha da arttırmak ve deneyerek öğrenmek adına (daha önce bu deneyler yüzünden kireç yutmuş, dilimi ortadan koparmış ve ön dişini kırmış bir insanım) o ipi boynuma geçirmeye karar verdim.Ve geçirdim.İp boynumda sallanmaya başladım, o sallanmaya çok fazla dayanamayan sandalyenin kırılması sonucu boğazımda ip yatağın üzerinde sallanmaya başladım.Sallanırken aklımdan Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi, Ne Abd,Ne Ab tam bağımsız Türkiye tarzı sloganlar geçti ama tam olarak neden geçti bilmiyorum.Konu dağılmasın toparlayalım.Sonuç olarak ben en son kuzenimin panikle bana doğru koştuğunu gördüm sonrasında bir süre gözlerim karardı.
Gözlerimi açtığımda maaile bana bakıyordu.Gözlerindeki korkuyu görmüştüm.Annem hemen damağımı kaldırdı.Hayatım boyunca asla anlayamadığım ama her yapıldığında kendimi güvende hissettiğim muazzam bir harekettir damak kaldırmak.Velhasıl kelam bir sürü azar, sitem, korku cümlesi eşliğinde ben salona geldim.Tam olarak neden yaptığım ve ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu.Seneler sonra düşündüğümde o akşam kuzenim bize oturmaya gelmeseydi, oyun oynarken öleceğimi düşünüp pikachuya özenip pencereden atlayan çocuğa hak verdim.O gündür bugündür bornozlarımı kuşaksız kullanırım.Bilen bilir zaten... ;))))
Arkadaşlar bu hikayeden çıkarmanız gereken üç ders var. Birincisi ; herhangi bir olayla karşılaştığınız zaman önyargılı olmayın durup düşünün, empati kurun.Ben olsaydım ne yapardım diyin ya da daha önce yaptığınız hatalarla mukayese edin.O zaman o kişiyi daha iyi anladığınızı göreceksiniz. İkincisi ; Arkadaşlar fazla merak iyi değildir ve boğazınızda kuşakla yüksek bir yerden sallanırsanız yer çekimi sizi alt eder nefes alamaz ve ölürsünüz.Üçüncü ve en önemli ders ; Arkadaşlar pikachu uçabilen bir pokemon değildir.Picigeto'ya özenip pencereden atladım derseniz herkes sizi anlayışla karşılar.Ama pikachuya özerip pencereden atlarsanız, herkes sizle dalga geçer.
05.05.2013
07:31 Maltepe
KOMODO EJDERİM OLUNCA ANLADIM
Yanıma usulca yaklaşıp kırmızı mı mavi mi diye sordu.Ben kırmızı dedim.Yavaşça soyunmaya başladı, bilemedin diyip mavi donunu gösterdi.Sen napıyorsun amca diye bağırmamla bütün kalabalık bize doğru döndü.Adam apar topar pantolonunu tekrar giydi ve çığlık atarak yanımdan uzaklaştı.
Tüm bu olanlardan sonra kendimi biraz yorgun, biraz saçma biraz da homofobik hissediyordum.Çok fazla düşünmemeye çalıştım, bir an önce eve attım kendimi.Hemen temizliğe başladım.Akşamüstü eve misafirlerim gelecekti.Tam olarak hangi gün olduğunu bilmiyordum ama o gün benim gün'üm vardı.Klinikten arkadaşlarım gelecek kısır günü yapacaktık.Her birimiz çocuk sahibi olmaya duyduğumuz özlemi birbirimizle paylaşacak acaba tüp bebek mi yaptırsak, o zaman da bebek tüpçüden şakasına maruz kalırız olmaz diye tasvipleyip vazgeçicektik.Çoğu zaman tüp bebek sahibi olmanın nasıl bir şey olduğunu merak edip, mutfaktaki piknik tüpünün altını bağlardım.Bazı zamanlarda sanayi tüpüne doğru dönüp kocaman oldun hala haylazlık peşindesin derdim akabinde de utanır, cevap veremez, sanayi tüpünü yüz üstü yatırıp yerdeki halı desenlerini izlemesini sağlardım.Böylece babalık duygumu tam anlamıyla tatmış olurdum.
Bu anlattığım olayların üzerinden tam 3 sene geçti ve çocuk sahibi oldum.Nasıl olduğunu tam olarak bilmiyorum ama anne oldum. Artık kısır günleri yapmayı bıraktım, tüm günümü kızıma ayırıyorum.Onunla vakit geçiriyorum.İnanması güç ama gerçekten anne olunca anladım.Tam olarak neyi anladığımı sormayın ama gerçekten anne olunca anlıyorsunuz
Çocuk sahibi olmanın pek de matah bir duygu olmadığını anlayıp eve komodo ejderi aldım.Biraz büyük ama uslu hayvan.İşemesi için dolaştırmaya çıktığımızda komşuların büyük tepkisiyle karşılaşıyoruz ama yine de o iyi biri.Kimseden görmediğim sevgiyi dostluğu ve sıcaklığı onda gördüm.Arkadaşlar onda diyip diyip duruyorum çünkü komodo ejderime verecek isim bulamadım.Daha önce komodo ejderi besleyen bir arkadaşım olsaydı, ne tarz isim veriliyor bunlara diye sorar biraz konuya hakim olurdum.Yapısal olarak kıvılcım, alev ya da charmender isimleri uygun geldi.Ama ben yine de isim vermemeyi seçtim.Son tartışmamızda kendine engel olamayıp kulağımı kavladığı için onu ormana götürüp bıraktım.Ve eve onsuz geldim.Kedi olmadığı için de yolu ezberleyemedi ve asla geri dönemedi.O gündür bugündür komodo ejderim olmadan bir hayat yaşamaktayım.
Bu anlattığım hikayeden çıkarmanız gereken iki tane ders var.Birincisi hayatta her zaman bir şeyleri çok isteyin.Sonucu ne olursa olsun başarıya ulaşıyorsunuz.Kısır arkadaşlarımla birlikte baba olmak istedim ama bakın anne oldum.Asla yılmadım hep istedim çok istedim.İkinci ders ise Komodo Ejderleri isimsizdir.Onlara isim koymayın.DEVAM EDECEK...
05.05.2013
06:33 / Maltepe
İÇ DÜNYAM BİRAZ KARIŞIK
BEN HAYATIMDA BU KADAR SAÇMA İLK BLOG YAZISI GÖRMEDİM
Bu süper mario dediğiniz karakter muslukçu değil mi ? Prensesi kurtarmak için ordan oraya zıpladı, kafayla vurdu, altın almaya çalıştı, borulara girdi çıktı, bir kere bile çatalı görünmedi. Şimdi ya sen oyun oynarken adamın götüne mi bakıyorsun Umurhan? diyenleriniz olacaktır elbet lakin bir oyunun güzelliği gerçekçiliğe yakınlığı ile doğru orantılıdır.
Çocukluğumda ilgiyle takip ettiğim bütün çizgi filmlerde, bütün oyunlarda bir falso var.Ama o zamanlar idrar yollarım idrak yollarımdan baskın, yiyip içip işeyen bir çocuk olduğumda mütevellit çok fazla kafa yormamışım bu olaya.Ama şimdi gecenin bir yarısı durup düşününce aslında ne kadar büyük bir tezgahın içindeymişiz anlıyorum.
Pokemon'u ele alalım.Pokemon en sevdiğim çizgi filmlerdendi. Atv'de akşamüstü olunca pokemonun başlamasını beklerdim.Bitene kadar da gözümü kırpmadan izlerdim. Pikachu'yu ele alalım.Ya sen Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş den daha fazla elektrik yayma gücüne sahipsin, üstelik tek seferde.Ama seni yaratan başka yetenek vermemiş mi sana? Suya girdiğin zaman nasıl çarpılmıyorsun ? Seni izleye çocuklar, pikachuya bişey olmuyor diyerek elektrik kablolarını ıslatıp sonra da dillerine değdirebilirlerdi, çıplak bir şekilde.Bunu neden yaparlardı bilmiyorum ama her ihtimali göz önünde bulundurmak lazım.
Ash'in yanında yaklaşık 8 sene kaldın.Hiçbir gelişim gösteremedin? Bize senin rai-chu olacağın bilgisi gelmişti, hala gelişemediğine göre gelişim bozukluğu var sende. Sen Messi misin ? Niye gelişim bozukluğun var ? İlla gelişmen için seni Barcelonaya mı verelim. Ash'in yerinde olsam çoktan bıçaklayıp çöpe atmıştım seni. Vücutsal gelişimini geçtim kültürel bazda da gelişim yok.8 senede pika pika 'dan ileri gidemedin Türkiyeye gelen yabancı futbolcular gibi dil öğrenmemek için neden gayret sarfediyorsun ? Pokemon'un 2. sezonunda Ash turnuvalara katılmak için gereken parayı bulamadı, tefecilerden borç aldı, ödeyemeyince tefeciler gelip pikachuyu elinden alıp, kaçak elektrik kullandılar.Ama bu bölüm Türkiyede ahlaka mugayir olduğundan gösterime girmedi.
Gelelim Denizkızı filmlerine. Küçüklüğümde merak ettiğim en baba konularda biri de deniz kızlarının varoluşuydu.Aslında biraz üfürdüm, varoluşçuluğu sorgulamak için fazla küçüktüm, bana gereken nerden işeyip, nerden sıçtıklarına dair bilgiydi. Onu da hayatım boyunca öğrenemedim, şimdi sorsanız yine bilmem.Deniz kızları tam bir muamma...
Biraz da tsubasaya değinirsem bu geceyi tamamlarım diye düşünüyorum.Tusubasanın senaristleri ve çizerleri koca bir kuşakla taşak geçtiler ama kimse farkına varamadı.Alarm kurar uyanırdım ben tsubasayı izlemek için.Sabahleyin erkenden tv karşısına geçerdim. Bütün bölümler, turnuvaya katılma ve maç yapma şeklinde geçerdi. Ama maç asla bitmezdi. Küçükken hayalgücümün de biraz etkisiyle Japonyadaki futbol sahalarını kıta büyüklüğünde sanırdım. Defanstan topu kapan bir adamın topu forvete taşıması 6 bölüm alırdı zira.Nihayet Tusubasa topla buluşurdu ve DAN, bölüm sonu.Ertesi günü beklerdik tusubasanın göğüs kontrolü yapıp topa vurmasını, ertesi gün olurdu o da ne, defans gelir ve topu uzaklaştırırdı.Hadii,Bekle bakalım 3 bölüm daha.Japonların bir kıza yürüme hızı, animelerle doğru orantılıysa hiçbir japon doğru düzgün sevişemiyordur. Üzücü...
Arkadaşlar bu anlattıklarımdan çıkarmanız gereken ders çizgi filmler,oyunlar kötüdür değil.Çocuk da olsalar onlar da insan.Kimseyle bu kadar dalga geçip, hayalgücüyle taşak yapamazsınız.Lütfen yeni yazacağınız çizgi film senaryolarında oyunlarda biraz daha gerçeğe uygun ve alışılagelmiş konulardan bahseder ve uygularsannnız sevinirim.Yeni yazımda Pepee ile Caillou'dan bahsedebilirim.Bahsetmeyebilirim de.Ben yatıyorum.İyi geceler.
04.05.2013
Maltepe 04:53
1 yorum: